Yurek
New member
Çam Kokar mı?
Merhaba dostlar,
Bugün size, içimde iz bırakmış bir anıyı, belki de hepimizin hayatında bir yerde karşılık bulacak bir hikâyeyi anlatmak istiyorum. Bazı kokular vardır ya hani, sizi bir anda yıllar öncesine götürür, hiç ummadığınız bir hatırayı canlandırır. İşte bu hikâye de o kokulardan biriyle, çam kokusuyla başladı.
Bir yaz akşamıydı. Şehirden biraz uzak, denizle ormanın birbirine sokulduğu bir sahil kasabasındaydık. Hep birlikte kamp yapmaya karar vermiştik. Kalabalık bir gruptuk ama hikâyemizin merkezinde iki kişi vardı: Mete ve Elif.
Mete, tam anlamıyla “çözüm adamı”ydı. Herhangi bir sorun çıktığında önce durur, analiz eder, sonra planını yapar, ardından harekete geçerdi. İnsan ilişkilerinde bile mantığını ön planda tutar, duygularını arka cebinde saklardı. Elif ise bambaşka bir dünyadan gibiydi; karşısındaki insanın yüzüne baktığında onun yorgunluğunu, sevinçlerini, hayal kırıklıklarını sezebilecek kadar derin bir empatiye sahipti. Konuşurken kelimelerinin yanında bakışları da sarardı insanı.
O akşam çam ağaçlarının altına çadırlarımızı kurarken, rüzgâr hafifçe dalları okşuyordu. Çam reçinesinin o keskin ama huzur veren kokusu havaya yayılmıştı. Herkes kendi işinde meşguldü; kimimiz ateş yakmakla uğraşıyor, kimimiz yemek hazırlıyordu. Ama Mete bir anda durdu, başını kaldırdı, derin bir nefes aldı. Sanki burnuna ulaşan o koku, zihninde bir kapı açmıştı.
Elif fark etti bunu. Yanına yaklaştı, “Ne oldu? Yüzün birden değişti,” dedi. Mete, kısa bir gülümseme ile “Hiç… çocukluğum geldi aklıma,” diye cevapladı. Ama sesinde, "hiç" kelimesinin ardına gizlenmiş koca bir hikâye vardı.
Biraz daha kurcaladı Elif, çünkü o, insanların cümlelerinin ardını merak eden biriydi. Mete ise önce susmayı seçti, sonra yavaş yavaş konuşmaya başladı: “Babamla ormana gittiğimiz günler… O zamanlar ilkokuldaydım. Babam çok konuşan biri değildi ama her pazar beni alır, ormana götürürdü. Birlikte odun toplardık, bazen sessizce yürürdük, bazen bana hayatta kalma taktikleri öğretirdi. Ama asıl hafızamda kalan şey, o ormanın kokusuydu. Çam ağaçlarının altında, sabahın o serin havasında duyduğum koku… Babamın sessiz ama güven veren varlığıyla birleşirdi.”
Elif sustu, onu dinledi. Onun sustuğu yerlerde Mete konuşmaya devam etti. Çünkü Elif’in dinleme biçimi, karşısındakine sözü uzatmak için cesaret veriyordu. “O günler geçti, babam erken yaşta vefat etti. Uzun zamandır o kokuyu bir daha böyle hissetmemiştim. Şimdi burada, aynı koku burnuma dolunca… sanki o günlere döndüm.”
Elif başını eğdi, “Biliyor musun,” dedi, “Bazı kokular, bize sadece anıları değil, o anının içindeki duyguyu da geri getirir. Belki babanın sana hissettirdiği güveni, belki o pazar sabahlarının huzurunu… O yüzden kokar çam. Sadece reçinesinden değil, hatıradan, sevgiden, kayıptan kokar.”
O sırada diğerleri yemekle uğraşırken, ikisi ateşin kenarında sessizce oturdu. Rüzgâr hafifledi, ateşin çıtırtısı duyuldu. Mete, “İlginç… Ben genelde böyle konuşmam. Ama sanırım sen insanın içindeki düğümleri çözen birisin,” dedi.
Elif gülümsedi. “Sen de sorunları çözen birisin. Farklı alanlarda da olsa, ikimiz de düğümlerle uğraşıyoruz. Sen dışarıdakileri çözüyorsun, ben içeridekileri.”
Gece ilerledikçe sohbet derinleşti. Mete, çocukken babasının öğrettiği orman işaretlerini anlattı; Elif, insanların yaralarını dinlerken kendi yaralarını nasıl sardığını… Aralarında görünmez bir köprü kuruldu. Mete farkında olmadan, çözüm odaklı bakış açısına Elif’in empati dokunuşunu ekliyordu. Elif de, onun stratejik yaklaşımından kendi hayatına dair yeni yollar öğreniyordu.
Ertesi sabah, güneş henüz tam doğmamışken Mete sessizce çadırından çıktı. Elif de uyanıktı, yanına gitti. Çam ağaçlarının altına doğru yürüdüler. Yerde ince bir çiğ tabakası, havada mis gibi o koku vardı. Mete, “Artık biliyorum,” dedi, “Çam kokar. Ama herkesin burnuna aynı kokmaz. Benim için bu koku babam, senin için belki başka bir şey… Ama hep bir şeyler hatırlatır.”
Elif hafifçe gülümsedi, “Ve o yüzden değerlidir,” dedi.
O an sessizce durdular. Bir çam kozalağı yere düştü, ikisi de baktı. Küçücük ama ömür boyu saklanabilecek bir anı gibiydi. Belki yıllar sonra, başka bir yerde, başka bir çam ağacının altında yine hatırlayacaklardı bu anı.
Hikâye burada bitmedi aslında. Çünkü ikisi de hayatlarına döndüklerinde, bakış açılarını birbirlerinden bir parça alarak devam ettiler. Mete, sorunlara yaklaşırken artık sadece çözüm değil, çözümün insanda nasıl bir his bırakacağını da düşünür oldu. Elif ise, insanlara empatiyle yaklaşırken bazen stratejik adımlar atmanın önemini öğrendi.
Ve belki de bu yüzden, çam kokusu onlara artık sadece geçmişi değil, birbirlerinden öğrendiklerini de hatırlatıyordu.
Dostlar, siz hiç bir kokunun sizi böyle derinlere çektiği oldu mu? Belki çocukluğunuzdan, belki kaybettiğiniz birinden, belki de hayatınızda önemli bir dönüm noktasından… Paylaşın ki, bizim ateşimiz büyüsün, hikâyeler birbirine karışsın. Çünkü bazen, en çok kokular anlatır bizi…
Merhaba dostlar,
Bugün size, içimde iz bırakmış bir anıyı, belki de hepimizin hayatında bir yerde karşılık bulacak bir hikâyeyi anlatmak istiyorum. Bazı kokular vardır ya hani, sizi bir anda yıllar öncesine götürür, hiç ummadığınız bir hatırayı canlandırır. İşte bu hikâye de o kokulardan biriyle, çam kokusuyla başladı.
Bir yaz akşamıydı. Şehirden biraz uzak, denizle ormanın birbirine sokulduğu bir sahil kasabasındaydık. Hep birlikte kamp yapmaya karar vermiştik. Kalabalık bir gruptuk ama hikâyemizin merkezinde iki kişi vardı: Mete ve Elif.
Mete, tam anlamıyla “çözüm adamı”ydı. Herhangi bir sorun çıktığında önce durur, analiz eder, sonra planını yapar, ardından harekete geçerdi. İnsan ilişkilerinde bile mantığını ön planda tutar, duygularını arka cebinde saklardı. Elif ise bambaşka bir dünyadan gibiydi; karşısındaki insanın yüzüne baktığında onun yorgunluğunu, sevinçlerini, hayal kırıklıklarını sezebilecek kadar derin bir empatiye sahipti. Konuşurken kelimelerinin yanında bakışları da sarardı insanı.
O akşam çam ağaçlarının altına çadırlarımızı kurarken, rüzgâr hafifçe dalları okşuyordu. Çam reçinesinin o keskin ama huzur veren kokusu havaya yayılmıştı. Herkes kendi işinde meşguldü; kimimiz ateş yakmakla uğraşıyor, kimimiz yemek hazırlıyordu. Ama Mete bir anda durdu, başını kaldırdı, derin bir nefes aldı. Sanki burnuna ulaşan o koku, zihninde bir kapı açmıştı.
Elif fark etti bunu. Yanına yaklaştı, “Ne oldu? Yüzün birden değişti,” dedi. Mete, kısa bir gülümseme ile “Hiç… çocukluğum geldi aklıma,” diye cevapladı. Ama sesinde, "hiç" kelimesinin ardına gizlenmiş koca bir hikâye vardı.
Biraz daha kurcaladı Elif, çünkü o, insanların cümlelerinin ardını merak eden biriydi. Mete ise önce susmayı seçti, sonra yavaş yavaş konuşmaya başladı: “Babamla ormana gittiğimiz günler… O zamanlar ilkokuldaydım. Babam çok konuşan biri değildi ama her pazar beni alır, ormana götürürdü. Birlikte odun toplardık, bazen sessizce yürürdük, bazen bana hayatta kalma taktikleri öğretirdi. Ama asıl hafızamda kalan şey, o ormanın kokusuydu. Çam ağaçlarının altında, sabahın o serin havasında duyduğum koku… Babamın sessiz ama güven veren varlığıyla birleşirdi.”
Elif sustu, onu dinledi. Onun sustuğu yerlerde Mete konuşmaya devam etti. Çünkü Elif’in dinleme biçimi, karşısındakine sözü uzatmak için cesaret veriyordu. “O günler geçti, babam erken yaşta vefat etti. Uzun zamandır o kokuyu bir daha böyle hissetmemiştim. Şimdi burada, aynı koku burnuma dolunca… sanki o günlere döndüm.”
Elif başını eğdi, “Biliyor musun,” dedi, “Bazı kokular, bize sadece anıları değil, o anının içindeki duyguyu da geri getirir. Belki babanın sana hissettirdiği güveni, belki o pazar sabahlarının huzurunu… O yüzden kokar çam. Sadece reçinesinden değil, hatıradan, sevgiden, kayıptan kokar.”
O sırada diğerleri yemekle uğraşırken, ikisi ateşin kenarında sessizce oturdu. Rüzgâr hafifledi, ateşin çıtırtısı duyuldu. Mete, “İlginç… Ben genelde böyle konuşmam. Ama sanırım sen insanın içindeki düğümleri çözen birisin,” dedi.
Elif gülümsedi. “Sen de sorunları çözen birisin. Farklı alanlarda da olsa, ikimiz de düğümlerle uğraşıyoruz. Sen dışarıdakileri çözüyorsun, ben içeridekileri.”
Gece ilerledikçe sohbet derinleşti. Mete, çocukken babasının öğrettiği orman işaretlerini anlattı; Elif, insanların yaralarını dinlerken kendi yaralarını nasıl sardığını… Aralarında görünmez bir köprü kuruldu. Mete farkında olmadan, çözüm odaklı bakış açısına Elif’in empati dokunuşunu ekliyordu. Elif de, onun stratejik yaklaşımından kendi hayatına dair yeni yollar öğreniyordu.
Ertesi sabah, güneş henüz tam doğmamışken Mete sessizce çadırından çıktı. Elif de uyanıktı, yanına gitti. Çam ağaçlarının altına doğru yürüdüler. Yerde ince bir çiğ tabakası, havada mis gibi o koku vardı. Mete, “Artık biliyorum,” dedi, “Çam kokar. Ama herkesin burnuna aynı kokmaz. Benim için bu koku babam, senin için belki başka bir şey… Ama hep bir şeyler hatırlatır.”
Elif hafifçe gülümsedi, “Ve o yüzden değerlidir,” dedi.
O an sessizce durdular. Bir çam kozalağı yere düştü, ikisi de baktı. Küçücük ama ömür boyu saklanabilecek bir anı gibiydi. Belki yıllar sonra, başka bir yerde, başka bir çam ağacının altında yine hatırlayacaklardı bu anı.
Hikâye burada bitmedi aslında. Çünkü ikisi de hayatlarına döndüklerinde, bakış açılarını birbirlerinden bir parça alarak devam ettiler. Mete, sorunlara yaklaşırken artık sadece çözüm değil, çözümün insanda nasıl bir his bırakacağını da düşünür oldu. Elif ise, insanlara empatiyle yaklaşırken bazen stratejik adımlar atmanın önemini öğrendi.
Ve belki de bu yüzden, çam kokusu onlara artık sadece geçmişi değil, birbirlerinden öğrendiklerini de hatırlatıyordu.
Dostlar, siz hiç bir kokunun sizi böyle derinlere çektiği oldu mu? Belki çocukluğunuzdan, belki kaybettiğiniz birinden, belki de hayatınızda önemli bir dönüm noktasından… Paylaşın ki, bizim ateşimiz büyüsün, hikâyeler birbirine karışsın. Çünkü bazen, en çok kokular anlatır bizi…